Kahve, standardize etmesi çok zor bir üründür. Aynı ülke, aynı bölge, aynı çiftçi, aynı tarla ve aynı kahve ağacı olsa bile örneğin 2016'da alınan mahsül, 2017'de alınan mahsülden tatsal açıdan dağlar kadar farklılıklar gösterebilir. Bu durum, müşterisine her zaman aynı tadı vaat eden bir firma için sıkıntılı bir durumdur.
Bu yüzden Starbucks, kahvelerini hep 'Starbucks roast' denilen şekilde kavurur. Bu kavurma biçimi, kahveyi kömüre çevirir. Zaten Starbuckslarda makinelerin üzerindeki çekirdeklere bakarsanız kahverengi değil de simsiyah olduklarını görürsünüz. Bunun sebebi çekirdeklerin kömür haline gelene kadar kavrulmasıdır.
Çekirdekler bu kadar fazla kavrulursa aromalarını kaybeder. Dünyanın hangi çekirdeği olursa olsun bu kadar fazla kavrulursa aynı tadı verir. Yani basitçe, bir yemeği pişirirken yaka yaka mahvettiğinizi düşünün.
Starbucks, kahvelerini bu kadar fazla kavurduğu için kahveleri arasında tatsal bakımdan çok bir fark yoktur. Ben sadece Guatemala kahvelerinde biraz kakao tadı almıştım o kadar, diğer hepsi birbirinin aynısı.
Starbucks'ta alacağınız filtre kahve sabahtan demlenir, akşama kadar ekşir. Dolayısıyla akşam filtre kahve alınmamasını tavsiye ederim.
Bir de "frappucino" diye, sadece Starbucks'a özel içecekleri var. Bunlar çok güzel ama çok şekerli. Kahve tadı falan da hissedilmiyor zaten (espresso frappucino hariç).
Starbucks'ın kahvelerini hiç sevmesem de, tatlıları ve sandviçlerini çok severim. Onu çok iyi başarıyorlar.
Starbuckslarda insanların %90'ı aldıkları içeceğin içinde ne olduğunu bilmiyorlar. Buradan sonra da Starbucks'ta ne nedir ne değildir onları yazacağım;
En popüler içecekler şunlar: latte, cappucino, americano, caramel macchiato, mocha, white chocolate mocha, ristretto bianco, flat white, espresso
Bu içeceklerin hepsi espresso bazlı içeceklerdir, zaten fiyat tablosunda da o kategoride gösterilirler.
Espresso ne derseniz, basitçe "konsantre kahve" denebilir. Fazla miktar kahveden az miktarda su çok yüksek bir basınçla (9 bar basınç) geçirilir ve ortaya espresso çıkar.
Starbucks'taki espressoların aslında espresso ile pek bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Çünkü iyi hazırlanmış bir espresso, kahveyi şekerli içen bir insanın bile şekersiz bir şekilde içebileceği bir kahve olmalıdır. Halbuki bugün Starbucks'tan bir espresso alsanız tadı zehir gibi. Hem kullanılan makine çok hızlı çalışmaya ayarlanmış bir makine olduğu için, hem de kullanılan kahve çekirdeği ve kavrulma biçimi dolayısıyla ortaya böyle bir sonuç çıkıyor.
Latte: Espressonun üzerine köpürtülmüş süt konur.
Cappucino: Espressonun üzerine çok köpürtülmüş süt konur.
Americano: Bardak kaynar su ile doldurulur, üzerine de espresso eklenir. Yani konsantre bir kahve olan espressonun üzerine su eklenerek seyreltilir.
Caramel macchiato: Latte hazırlanır, içerisine karamel şurubu sıkılır.
Mocha: Latte hazırlanır, içerisine çikolata şurubu sıkılır.
(Şuruplu kahveler hazırlanırken genelde bardağın içerisine şurup sıkılır, üzerine de espresso eklenip sıcak süt dökülür)
White Chocolate Mocha: Latte hazırlanır, içerisine beyaz çikolata şurubu sıkılır ve üzerine de krem şanti ekleyebiliyorlar bazen.
Ristretto Bianco: Ristretto denilen şey, espressonun yarıda kesilmiş halidir. Espressonun makineden akmaya başladığını düşünün, işlemin yarısında makine durduruluyor. Starbucks'ın ristretto bianco dediği şey de ristretto ile hazırlanmış bir latte. (Bu espressonun bir de üzerinden fazla su geçirilmiş hali var, ona da "lungo" deniyor. Çok su geçirildiği için haliyle daha az konsantre bir yapı kazanıyor.)
Flat White: Aslında bu içecek çok farklı bir şey değil fakat aşağıda değineceğim. Basitçe latte diyelim.
Şimdi bizim ülkemizde sorun şu: Latte, Cappucino ve Flat White bire bir aynı şekilde hazırlanıyor.
Latte: Az köpüklü
Cappucino: Çok köpüklü
Flat White: Az köpüklü fakat köpüğü mikro köpük olmalı, yani kahvenin üzerinde sanki krema dökülmüş gibi bir doku olmalı.
Bizim ülkemizde latte de sipariş etsen cappucino geliyor, flat white da sipariş etsen cappucino geliyor. Gerçi bu dünyanın çoğu yerinde böyle, ama yine de latte sipariş verdiğinizde cappucino içtiğinizi bilin dedim :)
Ülkemizdeki başka bir sorun da şu: Süt çok fazla ısıtılıyor. Süt, 60 derece sıcaklığın üzerinde proteinlerini kaybetmeye başlar. Yani sütlü bir kahve için köpürtülen sütün sıcaklığının 70-75 dereceyi geçmemesi gerek. Fakat bizde neredeyse her yerde süt kaynar geliyor. Hem içerisinde bir besin değeri kalmıyor, hem de ben kendim içemiyorum mesela. Fakat bizim insanımızın çaydan gelen bir alışkanlığı olduğu için her şeyi kaynar içmek, kimse önemsemiyor bu durumu :)
Şu ana kadar sadece bir Tchibo'da gördüm sütün termometre ile köpürtüldüğünü. Ayrıca bunun dışında birkaç kahvecide içtiğim sütlü kahvenin sütü hazırlanırken termometre kullanılmamasına rağmen süt çok sıcak değildi.
Şimdi başka bir şeye geliyorum: Starbucks'taki bardak boyları.
Starbucks bilindiği üzere bir Amerikan markası. Amerika'da da her şey normaldekinin 5 katı kadar olduğu için haliyle Starbucks'taki bardak boyları da çok büyük. Küçük boy bir içecek isteseniz gelen bardak kocaman bir bardak olur. Bir de çocuk boyu var, eğer bu bardaklar çok büyük gelirse "short bardakta yapılsın" derseniz çocuk bardağında hazırlanıyor.
Çocuk bardağı dediğime bakmayın, çocuk bardağı denilen şey aslında normal bardak boyutu :)
Starbucks'taki bardak boyları çok büyük, dolayısıyla en küçük boy içeceğe aslında 1 tane değil, 2 tane espresso konulması gerekiyor. Yani kahveci diliyle double shot espresso konulması gerekiyor. Fakat Starbucks, tall boy içeceklere tek shot espresso ekliyor. Siz üzerine "ikinci shot espresso istiyorum" derseniz ek para ödemeniz gerektiğini söylüyorlar.
Şimdi bu şuna benziyor: Siz bir dönerciye gidiyorsunuz, ekmek arası döner istiyorsunuz, parasını ödüyorsunuz. Size bir ekmek geliyor, içinde sadece domates, turşu, soğan var. Et yok. Eğer et isterseniz "ek para ödemeniz gerekiyor" deniyor.
Olur mu böyle şey? Starbucks'ta oluyor ama.
Aslında o kadar büyük bir bardağa 2 shot espresso koymaları gerekir ama tek koyuyorlar. Orta boy bardağa 2 tane koyuyorlar. Tahminimce yarım litrelik olan en büyük bardağa da 3 tane koyuyorlar fakat ondan emin değilim çünkü hiç içmedim.
Son olarak başka bir şeye değineyim: Şuruplar.
Starbucks'taki şuruplar ne kadar güzel olsa da aslında çok zararlı çünkü çok şekerli.
Amerika demek şeker+tuz+yağ demek olduğu için ve Starbucks da Amerikalı olduğu için şekerli bir şeyin dozu normalde olması gerekenin 2 katı.
Siz Starbucks'tan küçük boy bir içecek alırsanız içine 3 pompa şurup sıkarlar. Eğer orta boy alırsanız 4 pompa, büyük boy alırsanız 5 pompa sıkarlar.
5 pompa şurup demek, yaklaşık bir kilo küp şeker demek. Kimse farkında olmuyor 3 pompa sıkıldığında da fakat o 3 pompa şekerli kahveniz aslında kola ile aynı şeker değerine sahip.
Fakat insanlar bu kadar fazla şekerden rahatsız olmuyorlar çünkü Starbucks'ın zehir gibi olan kahvesinin acılığı bu şeker tadını bastırıyor. Aslında tam tadında bir hale geliyor, kendini hissettirmiyor ama çok zararlı işte.
Bir de Starbucks'ta espresso bazlı bir içecek aldığınız zaman ise "origin espresso ile hazırlayalım mı?" veya "yumuşak içimli olsun mu?" veya "christmas/kolombiya/bilmemne kahvesi ile hazırlayalım mı?" derler.
Bu soruların hepsine "hayır" demelisiniz otomatik. Ben bunlara "evet" diyen insanlara cidden gülüyorum. Çünkü bunlar için ek olarak 1 lira para ödemek zorundalar. Bu olayı şöyle açıklayayım; Starbucks kahveleri çok kavrulduğu için aromasını kaybeder demiştim. Dolayısıyla Starbucks'ta içeceğiniz Kolombiya kahvesiyle Kenya kahvesi arasında bir fark olmaz. Hele hele hele bu farkı üzerine bir sürü süt doldurulmuş bir içecekte fark etmek için burnunuzun olağanüstü bir burun olması lazım. Dolayısıyla bu tür durumlarda "hayır" deyin. Ha tabi bunu gidip onlara anlatsanız "yok efendim bizim kolombiya kahvemiz şöyledir kenya böyledir" vs denir. Adamlara gözü kapalı ikisini koklatsan ayırt edemez. Yani ezberden konuşurlar o yüzden umursamayın bunları.
Ülkemizdeki Starbucks anlayışını da beğenmiyorum. Amerika'da neredeyse 50 metrede bir Starbucks vardır, içerisinde evsiz adamlarla iş adamlarının yan yana oturduğunu görürsün. Bizim ülkemizdeyse Starbucks'a gitmek bir statü göstergesi. Çok saçma buluyorum ben bu durumu.
Bir de ülkemizdeki Starbucks işletmeleri Amerika ile kıyaslanınca daha cimri. Amerika'da her 8 içeceğinizde bir size içecek hediye ederler. Amerika'daki Starbuckslarda tuvalet, wireless ve su ücretsizdir. Ne zaman susarsanız girip direkt bedava su alabiliyorsunuz. Gerçi bu Amerika'daki neredeyse her yerde geçerli. Her türlü restaurant/cafe gibi yerlerde su ücretsizdir. Starbucks'ta hatta üzerine soruyorlar "buzlu mu istersiniz" diye. Fakat bu Amerika için geçerli, Danimarka'da aynısını denedim adam biraz garipseyerek verdi. Bunun dışında, doğum günlerinizde size bedava kahve ve pasta hediye ederler. Her büyük Amerikan şehrinde Starbuckslarda o şehre özel bardaklar, termoslar, ve kartlar bulunur.
Türkiye'de ise her 16 içecekte bir size bedava içecek verilir. Bir de 4-5 ayda bir indirimler olur (Eğer Starbucks kartınız varsa). Türkiye'de su olayını hiç denemedim bile. Şişe suya bile 2-3 lira alıyorlardı herhalde. Ayrıca Türkiye'deki hiçbir şehre özel bir ürün görmedim. Çok seyrek Ankara yazan kupalar görebiliyorum sadece.
İtalya'da bir tane bile Starbucks yoktur mesela. Çünkü İtalyan insanı kahveden anlar ve Starbucks da İtalya'da kahvecilerle rekabet edemeyeceğini düşünüp hiç girmemiştir bile. Fakat gelecekte açılmaya başlayabilir İtalya'da da. Bu yönde bir haber görmüştüm.
Tek seferde Starbucks hakkında bir yazı yazmak zor. Dolayısıyla ilerleyen zamanlar eklemeler yapacağım.
Kahve Tutkusu
8 Aralık 2016 Perşembe
4 Aralık 2016 Pazar
Üçüncü Dalga Kahvecilik
Günümüzde kahve de artık şarap gibi bir değer görmeye başladı. Gerçi dünyada hep böyleydi fakat bizim ülkemizde yeni yeni insanlar üçüncü dalga kahveyle tanışmaya başladı.
Kahvecilik basitçe üç kısma ayrılabilir. Bunlar birinci, ikinci ve üçüncü dalga kahveciliktir.
Birinci dalga kahvecilik hazır(granül) kahveleri kapsar. Hani Nescafe, Jacobs gibi suya atıldığında çözünen kahveler var ya, bunlara "instant coffee" yani "anlık/hemen olan kahve" denir.
Birinci dalga kahvecilik büyük bir devrim olmuştur. Çünkü normalde hazırlanması uzun süren bir şey olan kahve, bu çözünebilir kahveler sayesinde anında hazırlanabilir bir şey haline gelmiştir. Gerçekten de kaynar suya Nescafe döküp biraz karıştırınca kahve hemen hazır olur.
İkinci dalga kahvecilik ise Starbucks, Gloria Jeans, Caribou gibi kahvecileri kapsar. Bu kahveciler, espresso bazlı içeceklerin içine şurup katıp satmasıyla ünlü olmuştur. Ayrıca bu kahvecilerde filtre kahveler makineler ile demlenir ve espresso makineleri tam otomatiktir. Tam otomatikten kasıt, tüm çekirdekleri tepeye doldururlar, makine bu çekirdekleri hem öğütür hem de demler.
İkinci dalga kahvecilikte kahve çekirdeği bir önem arz etmez. Kahve çekirdeğinin kaliteli olup olmadığı pek önemsenmez. Çünkü hazırlanan içeceklerin %90'ı sütlü ve şuruplu olur. Kahve tadı da çok az hissedildiği için çekirdeklerin kökeni/kalitesi bir önemsenmez. Ha tabi bunu gidip bu kahvecilerin sahiplerine sorsanız "biz en kaliteli çekirdekleri kullanıyoruz" ürünlerimizde der ama yalandır tabi ki.
Üçüncü dalga kahvecilik ise son aşamadır. Üçüncü dalga kahvecilikte kahve çekirdeğinin kökeni (hatta yetiştirildiği çiftlik, yetiştirildiği irtifa, iklim şartları) ve kavrulma biçimi çok büyük önem arz eder. Bununla birlikte kahvenin demlenme biçimi de önemlidir. Filtre kahve makinesi kullanılmaz. Filtre kahve yapmak için binbir çeşit ekipman vardır ve bunlar kullanılır. Kahvenin demlendiği suyun sıcaklığı bile önemlidir. Ayrıca üçüncü dalga kahvecilikte sütlü kahveler popüler değildir, hatta bazı üçüncü dalga kahveciler sütlü içecekler hazırlamaz bile.
Starbucks'ta sipariş verdiğiniz bir içecek muhtemelen (eğer sıra yoksa) 1-2 dakika içinde hazır olur. Üçüncü dalga kahvecilerde ise muhtemelen 6-7 dakika alır.
Üçüncü dalga kahvecilikte kahve demlemek için kullanılan bazı ekipmanlardan bahsedeyim. Aslında birçok ekipman mevcut fakat en popülerlerini yazacağım:
Bu yöntemin ismi ise "Aeropress".
Bu alet bir piston. İçine öğütülmüş kahve konur, sonra suyu dökülür ve bardağa koyup piston yukarıdan bastırılır. Bu yöntem ile demlenen kahveler çok hızlı demlenir.
Bu yöntem çok popülerdir çünkü bu alet çok dayanıklıdır (kırılması çok zordur) ve rahatça taşınarak her yere götürülebilmektedir. Bunlarla birlikte, bu yöntem çok değişkendir. Değişken ise şöyle; belli bir kahve öğütüm kalınlığı yoktur. Kafanıza göre istediğiniz kalınlıkta kahve öğütüp, istediğiniz sıcaklıkta su kullanıp demleyebilirsiniz. Bu yöntem ile aynı kahve çekirdeğinden çok farklı tatlar çıkartabilir, ister yumuşak kahve ister sert kahve demleyebilirsiniz.
Bunun şampiyonaları yapılır her yıl. Bu yılki şampiyonayı kazanan adamın tarifini buraya koyuyorum:
Video açılmazsa buraya tıklayın.
Kahvecilik basitçe üç kısma ayrılabilir. Bunlar birinci, ikinci ve üçüncü dalga kahveciliktir.
Birinci dalga kahvecilik hazır(granül) kahveleri kapsar. Hani Nescafe, Jacobs gibi suya atıldığında çözünen kahveler var ya, bunlara "instant coffee" yani "anlık/hemen olan kahve" denir.
Birinci dalga kahvecilik büyük bir devrim olmuştur. Çünkü normalde hazırlanması uzun süren bir şey olan kahve, bu çözünebilir kahveler sayesinde anında hazırlanabilir bir şey haline gelmiştir. Gerçekten de kaynar suya Nescafe döküp biraz karıştırınca kahve hemen hazır olur.
İkinci dalga kahvecilik ise Starbucks, Gloria Jeans, Caribou gibi kahvecileri kapsar. Bu kahveciler, espresso bazlı içeceklerin içine şurup katıp satmasıyla ünlü olmuştur. Ayrıca bu kahvecilerde filtre kahveler makineler ile demlenir ve espresso makineleri tam otomatiktir. Tam otomatikten kasıt, tüm çekirdekleri tepeye doldururlar, makine bu çekirdekleri hem öğütür hem de demler.
İkinci dalga kahvecilikte kahve çekirdeği bir önem arz etmez. Kahve çekirdeğinin kaliteli olup olmadığı pek önemsenmez. Çünkü hazırlanan içeceklerin %90'ı sütlü ve şuruplu olur. Kahve tadı da çok az hissedildiği için çekirdeklerin kökeni/kalitesi bir önemsenmez. Ha tabi bunu gidip bu kahvecilerin sahiplerine sorsanız "biz en kaliteli çekirdekleri kullanıyoruz" ürünlerimizde der ama yalandır tabi ki.
Üçüncü dalga kahvecilik ise son aşamadır. Üçüncü dalga kahvecilikte kahve çekirdeğinin kökeni (hatta yetiştirildiği çiftlik, yetiştirildiği irtifa, iklim şartları) ve kavrulma biçimi çok büyük önem arz eder. Bununla birlikte kahvenin demlenme biçimi de önemlidir. Filtre kahve makinesi kullanılmaz. Filtre kahve yapmak için binbir çeşit ekipman vardır ve bunlar kullanılır. Kahvenin demlendiği suyun sıcaklığı bile önemlidir. Ayrıca üçüncü dalga kahvecilikte sütlü kahveler popüler değildir, hatta bazı üçüncü dalga kahveciler sütlü içecekler hazırlamaz bile.
Starbucks'ta sipariş verdiğiniz bir içecek muhtemelen (eğer sıra yoksa) 1-2 dakika içinde hazır olur. Üçüncü dalga kahvecilerde ise muhtemelen 6-7 dakika alır.
Üçüncü dalga kahvecilikte kahve demlemek için kullanılan bazı ekipmanlardan bahsedeyim. Aslında birçok ekipman mevcut fakat en popülerlerini yazacağım:
Bu gördüğünüz ekipmanın adı V60. Bu ismi almasının sebebi, konik yapısının içerisindeki çizgilerin (dikkatli bakınca gözüküyor) 60 derece açıyla açılmış olması.
Bu tür kahve demlemeye "pour-over" kahve denir, yani "üstten dökme" kahve. Kahve çekirdekleri öğütülür, içeriye konur. Bundan sonra ise yukarıdan çeşitli hareketlerle su dökülür ve demlenen kahve de aşağıya akar. Dünyanın büyük bir çoğunluğuna göre bu yöntem mantık olarak çok basit ve kahve demlemek için kullanılabilecek en iyi yöntemdir. Fakat bu demlemeden başarılı sonuç alınabilmesi için suyu döküş tekniği çok önemlidir. Çok iyi bir teknik gerektirdiği için bunu düzgün bir şekilde başarabilen çok az kahveci gördüm şu ana kadar.
Bu yöntemin ismi "Chemex".
Mantık olarak V60 ile tamamen aynı. İki farkı var.
1) Kendi sürahisi var ve bu sürahide demleniyor.
2) Filtresi çok kalın.
Filtresi çok kalın olduğu için bu yöntemle demlenen kahveler yumuşak olur. Hani eğer sert kahveleri sevmiyorsanız Chemex tam size göre. Demlenmesi V60'a oranla daha uzun sürer. Çünkü filtresi kalındır ve suyun aşağı akması zaman alır.
Ben de yumuşak kahve sevdiğim için Chemex benim favori demleme yöntemimdir. Bu sürahi laboratuvar camından yapılmıştır ve ısıya dayanıklıdır. Kahve demlenirken kahveyi soğutmaz, ısıyı içeride korur. Ayrıca camı ısıya dayanıklı olduğu ocak üzerine konulup soğumuş kahve ısıtabilir.
Bunlarla birlikte görüntü olarak en hoş olan ekipmandır bana göre.
Bu alet bir piston. İçine öğütülmüş kahve konur, sonra suyu dökülür ve bardağa koyup piston yukarıdan bastırılır. Bu yöntem ile demlenen kahveler çok hızlı demlenir.
Bu yöntem çok popülerdir çünkü bu alet çok dayanıklıdır (kırılması çok zordur) ve rahatça taşınarak her yere götürülebilmektedir. Bunlarla birlikte, bu yöntem çok değişkendir. Değişken ise şöyle; belli bir kahve öğütüm kalınlığı yoktur. Kafanıza göre istediğiniz kalınlıkta kahve öğütüp, istediğiniz sıcaklıkta su kullanıp demleyebilirsiniz. Bu yöntem ile aynı kahve çekirdeğinden çok farklı tatlar çıkartabilir, ister yumuşak kahve ister sert kahve demleyebilirsiniz.
Bunun şampiyonaları yapılır her yıl. Bu yılki şampiyonayı kazanan adamın tarifini buraya koyuyorum:
Bu yöntemin ismi "syphon". Bazı yerlerde "siphon" diye de geçer. Bazı kahveciler bunu "sayfın" diye telâffuz eder, bazıları "sifon demleme" der. Diğer bir ismi de "vacuum pot".
Herhalde en değişik kahve demleme yöntemi bu. Bu yöntemle kahve demlemek keyiflidir. Ortaya çıkan kahve ise çok serttir. Eğer sert kahve sevmiyorsanız bundan uzak durun. Bir de çok uzun zaman aldığı için çoğu kahvecide eğer müşteri yoğunluğu varsa bu yöntemle kahve demlemezler.
Mantığı şöyle: Alttaki kürenin içine su dolduruluyor. Daha sonra üzerindeki tüp takılıyor. Alt tarafta da ispirto ocağı yakılıyor. Aletin yapımında kullanılan camlar laboratuvar camı olduğu için ısıya dayanıklı.
Alttaki ocak yakıldıktan bir süre sonra haliyle su kaynıyor. Su kaynayınca da ortaya buhar çıkıyor. Bu ortaya çıkan buhar, kürenin dışına çıkamadığı için (çünkü yukarısı kapatılıyor, bir vakum oluşturuluyor) içerideki suya aşağı doğru bir baskı uyguluyor.
Bu buhar iyice artınca buharın suya uyguladığı baskı iyice artıyor ve suyu kürenin içindeki tüpten yukarı doğru itiyor. Su üst hazneye çıktıktan sonra ise kahve katılıp karıştırılıyor.
Üst haznede kahve demleme bittikten sonra ise alttaki ocak kapatılıyor ve bunun sonucu olarak küre soğumaya başlıyor. Soğumaya başlayınca içerisindeki buhar da kaybolduğu için yukarıdaki su filtreden süzülerek aşağıya dökülüyor.
Sonuç: Tortusuz, tertemiz ve çok yoğun aromalı bir kahve.
Bu yöntemle demleme zordur, kahveyi yakma olasılığı çok yüksektir. Kahve yanarsa da acı bir tat kazanır.
En popüler kahve demleme yöntemleri böyle. Bunlar dışında başka yöntemler de mevcut fakat dünyada popüler değiller. Bir de French Press var, fakat o özel olarak kahve demleme ekipmanı değil, çay da demleniyor.
Şahsî görüşüm, kahve demleme yönteminin pek bir önemi olmadığıdır. Kahvede önemli olan şeyin çekirdek olduğunu düşünüyorum. Güzel kavrulmuş bir çekirdek varsa, hangi demleme olursa olsun güzel sonuç verir. Kötü kavrulmuş çekirdekler de hangi demleme olursa olsun kötü sonuç verir.
Benim tavsiyem, bunların hepsini denemeniz ve hangisini seviyorsanız hep o demleme ile kahvenizi istemeniz.
2 Aralık 2016 Cuma
Kahvenin Hikâyesi
Nereden çıktı bu kahve denen şey?
Kahve kelimesinin değişik bir yolculuğu var. Arapçada "qahwa" kelimesi hem "şarap" hem de "kahve" anlamına gelir. Bizim dilimize de kahve kelimesi Arapça "qahwa"dan geçmiştir.
Bizim dilimizdeki kahve kelimesi de, ilginçtir, İtalyancaya "caffè" olarak geçmiştir ve İtalyancadan da İngilizceye "coffee" olarak geçmiştir. Yani qahwa-kahve-caffè-coffee şeklinde bir zincir söz konusu.
Kahvenin nasıl ortaya çıktığıyla, nasıl bulunduğuyla ve kimin bulduğuyla ilgili çeşitli efsaneler mevcut. Fakat en ünlü iki tanesi şu şekilde:
1) İsminin çeşitli kaynaklarda "Kaldi" olduğu yazan Etiyopyalı bir çoban buldu.
2) Şâzelî-Şadhili(Shaikh ash-Shadhili) isimli, Yemenli bir tasavvuf üstadı Etiyopya'da gezinirken buldu.
Kahveyi kimin keşfettiğiyle ilgili en ünlü iki efsane bunlar. Fakat nasıl bulunduğuyla ilgili bir görüş birliği var: kahveyi bulan kişi, bu meyveyi yiyen keçilerin davranışının değiştiğini, daha bir hareketli, canlı hale geldiğini gözlemledi. Daha sonra da bu meyveyi kendisi de tattı ve içindeki kafeinin verdiği etkiyle kendini canlı hissetti ve böylece kahve insanoğlu tarafından bulunmuş oldu.
Ben birinci efsaneye inanıyorum. Kaldi isimli bir çoban keçilerini otlatırken kahveden yediklerini ve onların davranışlarının değiştiğini gördü ve kendisi de denedi.
Kahvenin bulunduğu yerin Etiyopya'da o zamanlar "Kaffa Krallığı" isimli yer olduğu söyleniyor. Fakat gariptir ki, Etiyopya dilinde, yani Amharicede kahve "bunn" veya "bunna" şeklinde söyleniyor.
Kahve nerelerde yetişir? Ne çeşitleri vardır?
Kahve tropikal iklimlerde yetişen bir meyvedir. Dolayısıyla Türkiye'de kahve yetişmez. Türk kahvesi denilen şey, bir "hazırlanış" biçimidir, bir "kahve çekirdeği" değildir.
En bilinen kahve tipi "Arabica"dır. Arabica çeşit kahve, Etiyopya'daki Kaffa bölgesinde yabanî olarak yetişir ve ilk keşfedilen kahve çeşidi de budur.
Arabica dışında diğer kahve çeşitleri:
- Robusta (Aynı zamanda "Canephora" da deniyor)
- Liberica
- Esliaca
- Laurentina
Robusta, liberica, laurentina ve esliaca çeşidi kahveler Afrika'nın diğer ülkelerinde yabanî olarak yetişir.
Peki bu çeşitlerin özelliği nedir ondan bahsedeyim.
Arabica çeşit kahve en kaliteli kahve çeşididir. Yetiştirilmesi zordur. İklim şartları konusunda çok seçicidir. Yetiştirildiği irtifa bile çok önemlidir. Dolayısıyla Arabica kahve, yetiştirilmesi çok zahmetli bir kahve çeşididir.
Robusta ise Arabica'ya göre alt sınıf kahvedir. Robusta çeşit kahve, Arabica'ya oranla yaklaşık 3 kat daha fazla kafein içerir ve sağlıksızdır. Ayrıca tat olarak da %99 oranla Arabica'nın gerisinde kalır. Fakat yetiştirilmesi kolaydır. İrtifa ve iklim şartları konusunda çok seçici değildir. Hatta ve hatta zorlarsanız Türkiye'de ev balkonunda bile Robusta çeşit kahve yetiştirebilirsiniz. Tadı berbat olur, orası ayrı mesele.
Kahvenin içerisindeki kafein, doğal bir böcek ilacıdır. Dolayısıyla kahve bitkisi yetiştiren çiftçiler bitkileri ilaçlamaz. Kahve bitkisi böceklenmez. Bu yüzden eğer bir kahve çekirdeği çok kötü kalitedeyse, ya onu yetiştiren çiftçi çok tembeldir ya da tropikal iklim dışında yetiştirilmiştir.
Liberica, esliaca ve laurentina çeşidi kahveler neredeyse hiç yetiştirilmez. Çok çok azdır bunların yetiştiriciliği.
Dünyanın en pahalı kahvesi
Dünyanın en pahalı kahvesi Robusta çeşidi bir kahvedir. Şaşırtıcı değil mi?
Bu kahveye "Kopi Luwak" kahvesi denir. Bu kahve şöyle elde ediliyor;
Endonezya'da yaşayan "Mis Kedisi" isimli, kedi olmayan fakat kediye benzeyen bir hayvan var. Bu hayvan kahve meyvesini olduğu gibi yutuyor. Hayvanın vücudunda kahve meyvesi sindiriliyor fakat çekirdeği sindirilmiyor. Hayvan boşaltım yaptığında, çekirdek olduğu gibi dışkısında çıkıyor. Fakat bu çekirdek hayvanın vücudunda çeşitli enzimler sayesinde bambaşka bir özellik kazanıyor.
Hayvanın dışkısından bu kahve çekirdekleri ayıklanıyor, temizleniyor ve ortaya dünyanın en pahalı kahvesi "Kopi Luwak" çıkıyor.
Bu kahve o kadar pahalı bir kahvedir ki, uyduruk versiyonlarının bile 100 gramı yaklaşık 400-500 liraya denk gelir. Fakat bu kahve dünyadaki çoğu ülkede satılmaz, satışı yasaktır.
Çünkü günümüzde bu mis kedisi denen hayvanlar kafeslere kapatılıyor ve aç bırakılıyor. Aç bırakıldıktan sonra da yemeleri için sadece kahve meyvesi konuluyor önlerine. Yani bu hayvanlar bir nevi kahve makinesi olarak kullanılıyorlar. Dolayısıyla hayvan hakları sebebiyle bu kahvenin çoğu ülkede satışı yasak. Türkiye de bu ülkeler arasında. Türkiye'de Kopi Luwak kahvesini bulamazsınız, ancak yurt dışından getirtebilirsiniz.
Kopi Luwak kahvesinin bardağı en az 60-70 liradan satılır yurt dışında. Kalitelerinin bir bardağı 150 doları bile bulabiliyormuş.
Son olarak da, "aaa bu hayvan pisliği iğrenç ben içmem o kahveyi" demeyi saçma buluyorum. Hayvanın bağırsağını yiyen bir milletiz. Defalarca temizlenmiş, hijyenik bir kahveye sırf hayvan dışkısından ayıklanıyor diye laf edip de üzerine kokoreç yemek komik bana kalırsa.
Ben Kopi Luwak'ı hiç denemedim, deneyeceğimi de pek zannetmiyorum. İğrendiğimden değil, bir bardak kahveye 60 lira vermek istemediğimden.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)